Şuurlu Yaşam
Her çağ ve dönemi hazırlayan kurucu faktörler vardır. Dünya üzerindeki ‘felaketler’ zincirinin giderek artması, bu kurucu faktörlerden biridir. Bir diğer kurucu faktör, yaklaşmakta olan çağın bu özelliklerini sezebilen potansiyel sahibi varlıkların, diğer varlıklara bunları tedriç prensibine göre aktarmalarıdır. 
Bu potansiyel sahibi varlıklar içinde sayılabilecek örnekler bulunmaktadır. Bilim adamları, sanatçılar, felsefeciler ve seçilmiş kişiler gibi. Bunlardan başka kurucu bir faktör de, çevrelerine daha kolay uyum sağlayabilecek kişilerin belirli tekâmül ihtiyaçlarının, bu yaşam üzerindeki kesitte bir araya getirilişi ve o kişilerde mevcut sentez yeteneklerinin kullanılarak, çevrelerine ve kendilerinden sonra geleceklere, bu oluşumu kısmen de olsa aktarabilmeleridir.
Dünya üzerinde mevcut grupların pek azı, bu anlamda oluşturulmuş gruplardır. Bildiğimiz üzere şuurlu yaşam bu yönden bir zarurettir. Hiçbir şekilde açıkça bir anlam veremiyorsak ve de belirli bir düşünce sistemi içine oturtamıyorsak, yapmamaya gayret sarfetmeliyiz.
Şuurlu faaliyetlerimiz önce kişisel yaşamda, sonra grup çalışmalarına uygulanmalıdır. Ancak bunlar yapılırken hedef iyi seçilmelidir. Bu hedef, insanın kendisini şuurlu bir gözlem altında tutabilecek bilgi yapısına ulaştıracak nitelikte olmalıdır.
Sevgi, tekâmül yolunda insana gerekli bilgiyi sağlayacak en önemli potansiyeldir. Daha üst kademede sevgi, bilgiyle özdeşleşir ve tekâmülün daha üst kademelerinde şuurla yaşanan bir evrim vasatını yaratır. Her geçiş şuurlu yaşamın bir sonucudur.
İnsan sevginin basamaklarında yükseldikçe, kendi öz varlığının tüm yaratıklarla bütünleşmekte olduğunun yavaş yavaş farkına varmaya başlar. İşte böyle bir sezgiye erişmek, insanı en büyük ve tükenmez mutluluklara eriştirecektir.
İnsan her şeyden önce kendi öz varlığının, kendi benliğinin bir ayırımını yapar. Kendi dışındaki alemden ve üzerindeki yaratıklardan kendisini ayırır. Kendi varlığının korunması, yaşamını sürdürmesi ve mutluluğunun sağlanması hususunda içgüdüsel bir dürtü içindedir. Yaşama içgüdüsü insanı, kendisini her şeyden önde tutan bir varlık yapar. Bunun sonucu, insanda ego doğmuş olur. Burada sevgi, kendi iç varlığına dönük bir özelliktedir.
İnsanın düşünce ve eylemlerinde, kendi kendisini seven ve her şeyden kendi benliğini üstün tutan bir eğilim egemendir. Burada içe yönelik sevgi, ego kılığında karşımıza çıkmıştır. Ancak bu bizim anladığımız ve arzuladığımız yaygın sevgiden çok farklı bir yapıdadır. Gerçek sevgiye ulaşabilmek için bu farklılığı ortadan kaldıran içe dönük sevginin taşkın sevgiye dönüşmesi gerekmektedir. İnsanın sevgide kendi dışına taşması, sadece kendine yeterli olmaktan çıkıp tüm varlıklara yönelik bir karaktere sahip olması beklenmektedir. O zaman kendi varlığıyla tüm varlıklarla bütünleşmesi söz konusu olacaktır. Tüm varlıkları kendi varlığının bir parçası, kendisini tamamlayan unsurlar olarak görmeye başlayacak-tır. Böylesine yaygınlık kazanmış bir sevginin ideal bir sevgi olduğu anlaşılacaktır.
02.05.2008 <insan-evren>
|